Türkiye’de sağlık hizmetlerinin bel kemiğini oluşturan hemşireler, sayısal olarak sistemin en büyük profesyonel grubunu oluşturuyor. Kamuda yaklaşık 210 bin, özel sektörde 130 bin olmak üzere toplamda 340 bin hemşire görev yapıyor. Buna rağmen hemşireler, mesleki hakları söz konusu olduğunda örgütlü ve etkili bir güç olarak sahneye çıkamıyor.
Yazar: Hemşire Ömer Bozoğlu
Bir yandan aşırı iş yükü ve tükenmişlik, diğer yandan yasal temsil eksikliği ve yoğun mobbing, hemşireleri sessiz kalmaya zorluyor. Peki yüz binlerce kişiden oluşan bu meslek grubu neden hâlâ güçlü bir birlik kuramıyor?
Yasal Temsil Eksikliği: Meslek Odası Olmayan Tek Büyük Sağlık Grubu
Türkiye’de hekimler, eczacılar ve diş hekimleri, Anayasa’nın 135. maddesi kapsamında kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarına sahip. Bu yapı onlara hem siyasi hem idari platformda resmî bir söz hakkı kazandırıyor. Hemşireler ise bu tabloda istisna konumunda.
Bugün hemşireler:
- Yasal statüde bir “Hemşireler Birliği”ne sahip değil,
- Yalnızca dernekler üzerinden örgütlenmeye çalışıyor,
- TBMM’de ve Bakanlık düzeyinde masaya davet edilen taraflar arasında yer almıyor.
Bu durumun pratik sonucu oldukça net: Hemşireler, sağlık politikaları şekillenirken karar vericilerin karşısında örgütlü bir özne olarak bulunmuyor. Çalışma koşulları, özlük hakları, teşvik ve ek ödeme düzenleri çoğu zaman hemşirelerin değil, başkalarının tanımladığı çerçevede belirleniyor.
Kurumsal bir meslek odasının olmaması, hemşireliğin “en kalabalık ama en zayıf temsil edilen” sağlık mesleği haline gelmesine yol açıyor.
Aşırı İş Yükü ve Tükenmişlik: Mücadele Edecek Güç Kalmıyor
OECD verileri, Türkiye’de hemşirelerin karşı karşıya olduğu tabloyu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. OECD ülkelerinde ortalama 1000 kişiye 9,2 hemşire düşerken, Türkiye’de bu sayı 2,9 seviyesinde. Bu fark, günlük pratikte hemşirenin omzuna binen yükün ne kadar ağır olduğunu gösteriyor.
Sahadaki tablo özetle şöyle:
- Servislerde tek bir hemşireye 20–40 hasta,
- Yoğun bakımlarda 1 hemşireye 3–4 ağır hasta,
- Sürekli fazla mesai ve nöbet,
- Kronik yorgunluk ve tükenmişlik.
Bu koşullarda çalışan bir hemşire için, mesai dışı saatlerde toplantıya katılmak, sendikal ya da mesleki örgütlenmeye zaman ayırmak çoğu zaman gerçekçi bir seçenek olmuyor. Hemşireler bu durumu sıkça şu cümleyle özetliyor:
“Önce nöbetimi sağ salim bitirmeye çalışıyorum, sonra hak aramaya sıra gelirse bakacağım.”
Tükenmişlik, sadece bireysel bir ruh hali değil; örgütlenmenin enerji ve süreklilik gerektiren yapısını doğrudan zayıflatan bir faktör haline geliyor.
Mobbing ve Baskı: Örgütlenen Hemşire Risk Altında
Türkiye’de hemşireler, işyerinde en fazla mobbing ve baskıya maruz kalan meslek gruplarından biri. Yönetici baskısı, sorumlu hemşire mobbingi, hekimlerle yaşanan hiyerarşik gerilimler ve hasta/hasta yakını şiddeti, hemşirelerin günlük rutinlerinin parçası haline gelmiş durumda.
Bu baskı ortamının örgütlenme üzerindeki etkisi oldukça somut:
- Örgütlenmeye çalışan hemşire çoğu zaman “sorun çıkaran kişi” olarak etiketleniyor,
- Görev yeri değişikliği, istenmeyen birime gönderilme gibi uygulamalar devreye girebiliyor,
- Soruşturma, tutanak, performans kırma gibi yaptırımlar bir tehdit unsuru olarak kullanılıyor.
Kısacası, hak arayan hemşire çoğu zaman “örnek çalışan” değil, “sorunlu personel” muamelesi görüyor. Bu da özellikle genç hemşireler arasında, “Sesimi çıkarırsam başıma iş alırım” kaygısını güçlendiriyor ve örgütlenme isteğini bastırıyor.
Meslek İçi Parçalanma: Dayanışmanın Önüne Geçen Görünmez Sınırlar
Hemşirelik mesleği kendi içinde de önemli ayrışmalar barındırıyor. Servis–yoğun bakım, klinik hemşire–sorumlu hemşire, yeni mezun–kıdemli, kadrolu–sözleşmeli gibi ayrımlar, sahada güçlü bir “biz duygusu” oluşmasını zorlaştırıyor.
Bu parçalanmanın örgütlülük üzerindeki etkileri şöyle özetlenebilir:
- Ortak meslek kültürü tam anlamıyla yerleşemiyor,
- Bazı hemşire grupları kendini diğerlerinden “daha ayrıcalıklı” görüyor,
- Meslek içi dayanışma mekanizmaları zayıf kalıyor,
- Sorunlar ortak olsa da, çözüm için ortak hareket etme iradesi oluşmuyor.
Oysa örgütlenme, ancak güçlü bir mesleki aidiyet ve dayanışma kültürü üzerinde yükselebilir. Parçalara bölünmüş bir yapıdan, bütünlüklü bir meslek hareketi çıkarmak son derece zorlaşıyor.
Yönetim ve Siyaset Dışında Kalmak: Karar Masasında Hemşire Yok
Hastanelerde en çok çalışan meslek grubu hemşireler; buna karşın yönetim kademelerinde hemşirelerin adı neredeyse hiç geçmiyor. Başhekimlik, idari müdürlük ve üst düzey bürokrasi çoğunlukla farklı meslek gruplarının kontrolünde. Bu durum, hemşirelerin kendi çalışma koşullarına dair alınan kararlarda söz sahibi olmamasına yol açıyor.
Bu tablo şu şekilde özetlenebilir:
- Hemşire, sahada en görünür kişi; ancak yönetim katında en görünmeyen aktör,
- Sağlık politikaları belirlenirken hemşire bakış açısı masaya yansımıyor,
- Sendikal ya da mesleki talepler, karar vericiler nezdinde yeterince muhatap bulmuyor.
Meclis boyutunda da benzer bir durum söz konusu. Hemşire kökenli milletvekili olmaması, mesleğin sesinin yasama süreçlerinde de zayıf kalmasına neden oluyor. Böylece hem sahada hem siyasette “görünmez hemşire” gerçeği ortaya çıkıyor.
Ekonomik Kırılganlık: Geçim Derdi Örgütlenme Cesaretini Azaltıyor
Hemşirelerin önemli bir bölümü, yoğun çalışmasına rağmen ekonomik olarak kırılgan bir yaşam sürdürüyor. Maaş, sabit ek ödeme, nöbet ücreti ve teşvik gibi kalemler bir araya geldiğinde toplam gelir ilk bakışta yüksek görünebiliyor; ancak büyük şehirlerdeki kira ve yaşam giderleri bu tabloyu hızla tersine çeviriyor.
Özetle:
- Ortalama hemşire geliri: 56–60 bin TL,
- Büyükşehirlerde kira: 25–40 bin TL,
- Geri kalanla temel ihtiyaçları karşılamak giderek zorlaşıyor,
- Teşvik ve performans ödemeleri aylara göre değiştiği için gelir güvencesi zayıf,
- Emeklilikte ise bu ek gelirlerin büyük kısmı sisteme yansımıyor.
Böyle bir tabloda, hemşirelerin önemli bir kısmı için temel hedef, işini kaybetmemek ve ay sonunu getirebilmek oluyor. İş güvencesinin tehdit altında hissedildiği bir ortamda örgütlenme, “hak arama”dan çok “riske girme” olarak algılanabiliyor. Ekonomik kırılganlık, örgütlenme cesaretini doğrudan törpülüyor.
Tüm Nedenlerin Kesişim Noktası: 340 Bin Kişilik Sessiz Güç
Yasal temsil eksikliği, ağır iş yükü, mobbing, meslek içi parçalanma, yönetim ve siyasetten dışlanma, ekonomik kırılganlık… Tüm bu faktörler birleştiğinde ortaya şu tablo çıkıyor:
- Türkiye’de hemşirelik,
- Sayısal olarak en büyük,
- Kurumsal olarak en güçsüz,
- Kararlarda en az söz sahibi sağlık meslek gruplarından biri.
Bu tablo, hemşirelerin örgütlenememesinin yalnızca “isteksizlik” veya “ilgisizlik”le açıklanamayacağını gösteriyor. Sorun, yapısal ve çok katmanlı.
Çözüm Önerisi: Hemşireler Birliği Kurulmadan Bu Döngü Kırılabilir mi?
Uzmanlar ve sahadaki hemşireler, çözüm için ortak bir başlıkta buluşuyor:
Meslek odası statüsünde bir Hemşireler Birliği kurulması.
Böyle bir birlik:
- Hemşirelere yasal ve kurumsal temsil gücü sağlar,
- Sağlık politikalarında hemşirelerin zorunlu muhatap haline gelmesini sağlar,
- Şiddet ve mobbing vakalarında hukuki destek sunar.
- Ücret, teşvik ve çalışma koşullarıyla ilgili düzenlemelerde söz hakkı tanır,
- Mesleki standart ve etik ilkelerin bizzat hemşireler tarafından belirlenmesine imkân verir.
Kısacası, hemşirelerin “sessiz çoğunluk” olmaktan çıkıp “örgütlü bir aktör” haline gelmesi için öncelikli adım, meslek odası statüsünde bir Hemşireler Birliğinin hayata geçmesi olarak görülüyor.
Yazar Hemşire Ömer Bozoğlu / HEMŞİRE.COM
