Kurum İdarecilerinin Sendikalarda Yer Alması: Etik, Tarafsızlık ve Adalet İlkelerinin Çöküşü

Kamu kurumlarında yönetici konumunda bulunan kişilerin —başhekimler, müdürler, şube müdürleri ve benzeri idarecilerin— sendikalara üye olmaları ve sendikal faaliyetlerde aktif rol üstlenmeleri, sadece etik açıdan değil, idari sistemin tarafsızlığı açısından da ciddi bir problem teşkil etmektedir. Türkiye’de kamu yönetimi, tarafsızlık ve eşitlik ilkeleri üzerine inşa edilmiştir. Ancak yöneticilerin sendikal faaliyetlerde “boy göstermesi”, bu ilkeleri zedeleyen, liyakati ve güveni yok eden bir çarpıklığa dönüşmüştür.

Sendikal Tarafsızlık İlkesi ve Yönetici Çelişkisi

Sendikalar, çalışanların haklarını savunmak için vardır. İdareciler ise bu hak taleplerine cevap veren, uygulamayı yöneten otoritedir. Dolayısıyla, aynı kişi hem “talep eden” hem de “karar veren” konumunda olamaz.

Bu durum, temel bir idari prensip olan çıkar çatışmasının açık bir örneğidir.

Bir kurum müdürü veya başhekim, sendika temsilcisi olarak toplantılara katıldığında şu sorular akla gelir:

  • Kime karşı çalışanı savunmaktadır?
  • Kendi yönettiği sisteme mi karşı çıkmaktadır, yoksa sendikanın adını kişisel çıkarları için mi kullanmaktadır?

Bu ikili rol, kurumsal adaleti kökten sarsar. Kamu görevlilerinin hak arama mücadelesi, bir grubun çıkar oyununa dönüşür.

Sendikal Güç Yerine Kişisel İktidar

Bugün birçok kurumda yöneticilikle sendika ilişkisi, hak arama değil güç devşirme aracına dönüşmüştür.

Sendika yöneticiliği, bazı idareciler için hem kariyer sigortası hem de politik bağlantı kapısıdır. Bu kişiler, sendikal gücü çalışanların hak mücadelesine değil, kendi makamlarını korumaya harcar.

Sonuç olarak, sendika içi rekabet “hak mücadelesi” değil, “makam paylaşımı” yarışına dönüşür.

Bu çürüme, kamu sendikacılığının ruhunu öldürmüştür.

Çalışanlar Üzerindeki Baskı ve Sendikal Korku Kültürü

Bir idarecinin sendikada aktif olması, çalışanlar üzerinde görünmez ama derin bir baskı oluşturur.

Çünkü artık sendikaya üye olmak “özgür irade” değil, “idareye yakın görünme” meselesi haline gelir.

Bazı kurumlarda çalışanlar, yöneticisinin üyesi olduğu sendikaya katılmadığı için dışlanmakta, görev yerleri değiştirilmektedir.

Bu durum, sendikal özgürlük ilkesinin ihlalidir.

Sendikal tercih, yöneticinin gölgesinde değil, bireyin vicdanında şekillenmelidir.

Yönetici Sendikacılığı: Kurumsal Çürümenin Aynası

Yönetici-sendikacı modeli, kurumlarda liyakat sistemini sabote eder.

Sendikal ilişkiler üzerinden yapılan atamalar, “ehliyet” yerine “sadakat” kavramını öne çıkarır.

Yöneticilik, artık bilgi ve tecrübe işi değil; sendikal bağlılık, fotoğraf verilmiş toplantılar ve “kimlerle yakın olunduğu” meselesi haline gelir.

Bu tablo, kamu hizmetinin niteliğini düşürür, çalışan motivasyonunu yok eder, toplumsal güveni zedeler.

Çözüm: Yasal ve Etik Ayrımın Kesinleştirilmesi

Kamu yönetiminde tarafsızlığın korunması için,

  1. Yönetici konumundaki kişilerin sendika üyeliği yasaklanmalı,
  2. Sendikal görevde bulunanlar idari göreve atanamamalıdır.
  3. Etik kurullar, çıkar çatışması denetimlerini etkin biçimde yürütmelidir.

Bu ayrım netleşmeden, ne sendika gerçek anlamda sendika olabilir, ne de kamu kurumu adil bir kurum.

Sonuç

Kurum idarecilerinin sendikalarda yer alması, kamu hizmetinin özünü bozan bir sistem hatasıdır.

Bu kişiler hem çalışanı hem kurumu temsil edemez; biri lehine verdiği her karar, diğerinin aleyhinedir.

Sendikal kürsülerde poz veren idareciler, aslında tarafsızlık yemini etmiş kamu görevlisinin etik mezar taşında fotoğraf çektirmektedir.

Eğer sendikalar gerçekten çalışanların sesi olmak istiyorsa, önce bu sessiz çelişkiyi ortadan kaldırmak zorundadır.

HEMŞİRE.COM - Sezai Yılmaz

BİLGİLENDİRME: Yorum ve sorularınız sistem yöneticisi tarafından onayladıktan sonra yayınlanacaktır.

Daha yeni Daha eski

نموذج الاتصال